Film Değerlendirmesi: Dunkirk

Following (1992), Memento (2000), Insomnia (2002), Prestige (2006), Batman: The Dark Knight (2008), Inception (2010) ve Interstellar (2014) filmlerinin kartlarını tek tek önümüze serdiğimizde, her birinin ayrı ayrı başyapıt seviyesine çıkmış eserler olduğunu görürüz.

Tüm bu filmlerin ise ortak bazı özellikleri bulunur.

Bunlardan en önemlisi, senaryolarının ve yönetmenliğinin Christopher Nolan’a ait olması ve yine Nolan’ın meşhur görecelik kavramlarını, yersizlik ve zamansızlık üzerinden tüm bu eserlerinde  sorguluyor olmasıdır.

Dunkirk

Son yapımı Interstellar’dan 3 yıl sonra, 150 milyon $’lık devasa bir bütçe ile prodüksiyonunu tamamladığı Dunkirk (2017) ise, Nolan’ın tarihsel verilere dayanarak, ayaklarını toprağa bastığı ilk projesi olarak görülebilir.

Hem de yönetmen tarzının çok dışında bir anlatım yolu olan “patriotism” olgusunu vurgulamayı seçerek bunu gerçekleştirmiştir.

Film, günümüz Fransa’sının önemli kültür şehirlerinden biri olan Dunkerque sahillerinde geçmektedir. 2. Dünya Savaşı’nın o günleri itibarıyla Nazi Almanyası karşısında Fransızlar ile birlikte mağlup tarafta yer alan İngilizlerin, ülkelerine, Calais cephesinden sonra en yakın nokta olan Dunkerque (Dunkirk) sahilinden askerlerini nakletmeye çalışmalarını anlatır.

340 bin askerin Dover’a nakledilmeye çalışıldığı tarihi gerçeklikte, filmin ilk 1 saati, yönetmenin diğer eserlerinde olduğu gibi yurtsuz, zamansız bir tahayyül dünyasının içinde sıkışıp kalanların tasvirini ele alır.

Fakat eserin son düzlüğüne girdiğimizde Nolan’ın Anglo- Sakson damarı ortaya çıkarak, kendi başlatmadıklarını savundukları 2. Dünya Savaşı’nda yer almanın anlamsızlığı, bu devasa kargaşadan uzaklaşmaya çalışılarak aklanmaya çalışılır.

Nitekim “Domino Operasyonu” denilen bu büyük askeri intikal, İngilizlerin nezdinde bir trajediden ziyade, galibiyet naraları atılmasına sebebiyet verir.

Dunkirk

Yönetmen Nolan; Terence Malick’in Thin Red Line (1998) ve Clint Eastwood’un Flags of Our Fathers (2006) filmlerindeki ruh hâli ile Coppola’nın Apocalypse Now (1979) filminde sorgulamaya çalıştığı ruh dünyası arasında sıkıştığı Dunkirk’ünde, gemisini bir şekilde karaya ulaştırmayı başarır.

Stüdyo kaynaklarının kullanılmadığı bu devasa açık alan prodüksiyonunda, yönetim başarısı Nolan’ın.

Tek bir lokasyon üzerinden, çoklu mekan anlatımını kullanması ve zaman sıçramalarını başarıyla ele alması filmin akışını hızlandıran etmenlerden.

Bane karakterinde olduğu gibi yüzünü göstermekten yine imtina ettiği, vazgeçilmez oyuncusu Tom Hardy ve Oscarlı Mark Rylance filmin ateşleyici kahramanları.

Ayrıca sinema dünyasına kazandırdığı Fionn Whitehead de başarılı bir oyunculuk sergiliyor.

Müzikler usta Hans Zimmer’ın dünyasından çıkma.

Nitekim filmin son 15 dakikasına kadar kafamızda tıngırdattığı kurmalı saat sesi, askerlerin kurtuluşunun kesinleşmesine kadar bizi germek için kullanılan bir psikolojik silah hâline geliyor.

Ayrıca filmdeki radyo spikerinin Michael Caine tarafından seslendirilmiş olduğunu da not düşelim.

Tarihsel zeminde, 26 Mayıs 1940’a kadar Almanlar; Fransız, İngiliz ve Belçikalı askerleri Dunkerque limanına sürerek plajlarda izole etmiştir.

Fakat filmde kuşatılmış olarak sadece Kraliyet Donanması ele alınır.

Messerschmitt Me109

Alman Stuka dalış bombardıman uçağı ve Messerschmitt Bf-109 savaş uçakları için kolay hedef olarak görülen askerleri kurtarmak, Dinamo denilen operasyon ile devreye girecektir.

Filmde kapladığı zaman olarak en baskın sahneler, Alman ve İngiliz Hava kuvvetlerinin dalaşmalarıyla ele alınır.

Yaklaşık değeri 5 milyon USD olan ve 2. Dünya Savaşı’ndan kalma gerçek bir uçağın film uğruna parçalandığı söylentileri, İngiltere’de film yayınlanmadan büyük tartışmaları beraberinde getirmiştir.

Fakat Nolan’ın bu Anglo-Sakson destanında söylentiler yalanlanarak, gerçeklerine çok yakın olan yeniden yapım retro uçakların kullanıldığı bilgisi, belgeleri ile birlikte basınla paylaşılmıştır.

Washington D.C’deki Ulusal Havacılık ve Uzay Tarihi Müzesi’nde sergilenen ve Dunkerque Domino Operasyonu’nda kullanılan Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne (RAF) ait Supermarine Spitfire ve Nazi Almanyası’nın hava kuvvetleri olan Luftwaffe’den Messerschmitt Bf-109 uçakları referans alınarak yeniden tasarlanan retro yapıtların, savaş sahnelerinin gerçekliği uğruna Nolan tarafından denizin dibini boyladığı bilgisi ise tamamen gerçektir.

Spitfire

Gerçek tarihi akışta Spitfire havacı birlikleri, İngiliz ordusunu korumak için donanma ile birlikte Dunkerque’e gönderilir.

23 Mayıs 1940 tarihinde Luftwaffe bombardıman uçakları saldırmaya hazırlanırken, 92 no’lu Sedan Spitfires; Bf-109 ve 110’lardan oluşan 17 Alman uçağını düşürmeyi başarır.

Bu tarihsel anlatının betimlenmesi Tom Hardy üzerinden verilir.

Rolls-Royce V-12 motoruyla çalışan Spitfire’lar gerçekte, 408 mil hızla 25.000 ft’de uçabilmektedir.

Tom Hardy’nin finalde sahile indirmeyi başardığı işte bu Spitfire, 13 Mart 1943’te, Liverpool’daki Flintshire, No. 47 Bakım Birimi’ne gönderilmiştir. 2 Mayıs 1943’te de ABD Hava Kuvvetleri’ne hediye edilmiştir. Bu uçak 1949’dan beri D.C’deki müzede muhafaza edilmektedir.

Filmde aslının biraz dışına çıkılarak, hızlı tempolu hava planlarının çekimlerinde Alman Messerschmitt Bf-109’ların burnunun sarıya boyanması seyircinin İngiliz uçaklarını rahat ayırt edebilmesi için yapılmıştır.

Nolan, mümkün olduğunca tarihsel görsellere bağlı kalarak gerçekleştirdiğini savunduğu bu eserinde bizleri bir asker psikolojisine sokarak çaresizliğin ve kaçamama psikolojisinin en derinlerine indirmiştir.